DİYARBAKIR SURLARI
Diyarbakır surları burçların büyüklüğü ve yüksekliği itibariyle birinci, uzunluğu bakımından Çin Seddinden sonra dünyada ikinci olarak bilinmektedir. Surlarda dört ana kapı ( Dağkapı, Urfakapı, Mardinkapı ve Yenikapı) ve surların üzerinde 82 burç vardır. Duvarların yüksekliği 12 m. , genişliği 12 m. , uzunluğu ise 5 km. dir. Bugün dahi özelliğini kaybetmeyen önemli burçlar şunlardır: Keçi burcu, Yedi kardeş burcu, Evli beden (Ben-u sen) burcudur.
Her tarafı çesitli devir ve medeniyetleri yansıtan kitabeler, asma ve kabartma motiflerle doludur
Çesitli yazıtlar,meyve ve tahıl motifleri, silah şekilleri, güneş ve yıldız sembolleri, gamalı haç, kaplan, boğa, çift başlı kartal, akrep ve at kabartmaları bulunmaktadır.
İlk yapılış tarihi bilinmemekte, ancak M.S. 349 yılında Roma imparatoru Konstantinos tarafından genişletilerek bazı kısımları onarılmıştır. Bugünkü şeklini Büyük imparator Justinianus tarafından yaptırılan onarımla almıştır.
Yontma bazalt taştan yapılmıs olan Diyarbakır kalesi iç ve dış olmak üzere ikiye ayrılır. İlk surların M.Ö 3000 yıllarında şehrin hakimi olan Huriler tarafından yapıldığı sanılmaktadır.
KARPUZ
Akkoyunlu Devleti'nin çöküşü üzerine Diyarbakır ve çevresi 1507'den itibaren Şah İsmail'in idaresine geçmişti. Halk bu idareden memnun değildi.
Yavuz Sultan Selim ile Şah İsmail arasında yapılan Çaldıran Savaşı'na Diyarbakır Valisi Ustaclu Muhammed Han da katılmıştı. Bu savaşta Şah kuvvetleri büyük bir hezimete uğramış, Ustaclu Muhammed Han da ölmüştü. Bunu fırsat bilen Diyarbakır halkı ayaklandı. Şah'a bağlı olanlar dışarı atıldı. Diyarbakır ve çevresinin Osmanlı Birliğine katılması ve bununda gerçekleştirilmesi için de büyük ilim ve devlet adamı Bitlisli İdris'in aracılığına başvurulması kararlaştırıldı.
Bu ayaklanmayı haber alan Şah İsmail, Yavuz Sultan Selim'in orduları ile Çaldıran bölgesinden ayrılmasından sonra Diyarbakır şehrinin yeniden fethi için maktul Muhammed Han'ın kardeşi Karahan komutasında büyük bir ordu gönderdi. İran ordusu Diyarbakır'ı kuşattı. Kuşatma ve savaş bir yıldan fazla sürdü. Şehir halkı büyük bir cesaret ve kahramanlıkla kendini savunuyordu. Nihayet Bıyıklı Mehmet Paşa idaresindeki Osmanlı ordusu şehir halkının yardımına gönderildi. Bunu haber alan Karahan kuşatmayı bırakarak Sincar dağlarına çekilmek zorunda kaldı.
10 Eylül 1515'te Pazartesi günü Osmanlı ordusu şehre girdi. Kale burçları Osmanlı bayrakları ile süslenmiş , kale kapıları açılarak halk büyük bir sevinç ve törenle orduyu karşılamıştı. Böylece Diyarbakır ve çevresi Osmanlı Birliğine kendi arzu ve isteğiyle katılmış oldu. Bu katılış her yılın Eylül ayında düzenlenen ve günlerce süren büyük şenlik ve törenlerle kutlanıyordu.
Bu kutlama şenlikleri XIX. yüzyıl sonlarına değin süre gelmiştir. Bu kutlamalar şehre eskiden yarım saat mesafede bulunan şimdi ise şehir merkezi sayılan Ali Pınarı'nda olurdu. Her yıl bir panayır kurulur, 15 gün kadar şehrin bütün dükkanları kapanır panayır yeri bir mahşer halini alırdı. Bu panayırda çeşitli şenlikler düzenlenirdi. Panayır tertip olunan yerlerde etraftan gelen 15-20 kadar saz şairlerinin baş tarafına Hacı Civa geçer. Büyük lüleli çubuğunu doldurup içerdi. Ekseriya irticalen inşad eylediği şiirlerini okur, bu arada Aşık Ömerleri ve Gevherileri de hatırdan çıkarmazdı.
I. Dünya Savaşı'nın bütün yurdu saran perişanlığı arasında bu güzel gelenekte unutuldu. Diyarbakır'ı tekrar tanıtmak için, şehrin ticaret ve ekonomik hayatına bir canlılık kazandırmak ve bilhassa iç turizm yönünden büyük faydalar muhakkak olan bu tarihi geleneği yeniden yaşatmak amacıyla her yılın 23 Eylül'ünde başlayıp bir hafta sürecek olan Karpuz Festivali düzenlemeye karar verilmiştir. Karpuz Festivali ilk olarak 1966 yılı 23 Eylül'ünde yapılmıştır.
ÇAYÖNÜ
Diyarbakır ili, Ergani ilçesi, Sesverenpınar Köyü, Hilar Kayalıkları yakınlarnda bulunan Çayönü Tepesi, günümüzden 9500 yıl önce M.Ö. 7500 yıllarında kurulmuş, aralıksız olarak M.Ö. 5000 yılına kadar yerleşim görmüş, daha sonra da aralıklarla iskan edilmiştir. Yerleşme bilim dünyasındaki ününü "Esas Çayönü Evresi" olarak bilinen M.Ö. 7500-6500 yılları arasındaki bin yıllık döneme. ait olan kalıntı ve buluntuları ile sağlamıştır. Bu dönem uygarlık tarihinin en önemli araştırmalarından birini, belki de en önemlisini yansıtmaktadır. Günümüzdeki kent uygarlığının ilk temellerinin atıldığı bu dönem, insanların göçebelikten köy yaşantısına, avcı ve toplayıcılıktan besin üretimine geçtikleri "Neolitik Devrim" olarak da bilinen teknolojik yaşam biçimi, beslenme ekonomist ve insan-doğal çevre ilişkilerinin tümü ile değiştiği Kültür Tarihi ile ilgili buluşlarla birçok "ilki" de içeren canlı ve ilginç bir dönemdir.
Çayönü tepesinde 1963 yılında İstanbul ve Chicago Üniversiteleri tarafından başlatılan çalışmalar günümüze kadar değişik uluslar ve bilim dallarından çok sayıda ummanın katılımıyla sürmüştür. Bu çalışmaların sonunda yakın doğunun bilinen en iyi korunmuş ve en eski büyük yerleşme yerlerinden biri ortaya çıkarılmıştır.
ULU CAMİİ
Anadolu 'nun en eski camisidir. 639 yılında Diyarbakır'a egemen olan müslüman Araplar tarafından şehrin merkezindeki en büyük mabedin (Martoma Kilisesi) camiye çevrilmesiyle oluşturulmuştur. Daha sonra 1091 yılında Büyük Selçuklu Hükümdarı Melikşah'ın buyruğu ile büyük bir onarım gördüğünü, değişik dönemlerde birçok kez onarım ve eklentilerle bugünkü şeklini aldığını kitabelerinden öğrenmekteyiz. Erken islam döneminin ünlü Şam Emeviye Cami'nin (benzerliklerden dolayı) Anadolu'ya yansıması olarak yorumlanan Diyarbakır Ulu Camii, İslam aleminin 5. ı Harem-i Şerifi olarak kabul edilmektedir.
Ortadaki büyük avlunun doğu ve batısında yer alan maksureleri, güneyinde Hanifiler Cami'i, kuzeyindeki Şafiiler Camii ve Mesudiye Medresesi ve Caminin batı girişinin hemen yakınındaki Zinciriye Medresesi ile dinsel ve kültürel yapıları biraraya getiren bir yapılar grubu niteliğindedir.
Ulu Cami'nin avlu cephelerinde farklı dönemlere ait Mimari bezekler, kabartma ve yazıtlar büyük bir uyum içerisinde yerleştirilmişlerdir. Ki bu da bize sanatın birbiri üzerine eklenerek geliştiği bu yapıda inançların ve hoşgörününde uyum içerisinde geliştiğini ve gelişebileceğini kanıtlar gibidir.
DİCLE KÖPRÜSÜ (SİLVAN KÖPRÜSÜ)
On Gözlü Köprü olarak da bilinir. Diyarbakır'ın eski Silvan yolu üzerinde, Kırklar Dağının eteğindedir. Kentin kuruluşu ve gelişmesiyle ilgili olabilecek bir geçmişi bulunan köprü bugünde aynı hizmeti yapmaktadır.
Köprü, yazıtından anlaşılacağı üzere Mervanoğlu devrinde Diyarbakır hükümdarı NiZamüddevle Nasr tarafından H.457 (M. 1065) tarihinde yaptırılmıştır.
Dicle Nehri Diyarbakır'lılar için kutsal sayılır ve "Allah 'a giden yol" olduğuna inanılır. Bu inançtaki Diyarbakır'lı kadın ve genç kızlar her yıl Kurban Bayramı akşamı Dicle Köprüsü üzerinde toplanır daha önceden hazırladıkları yazılı dilekçelerini dualar okuyarak nehire atarlar. Böylece dileklerinin kabul olacağına inanırlar.
Uuzun görüpte okumamazlık etmeyin Benim memleketim :D